Analog fotoğraf makinelerimizle fotoğraf çektiğimiz zamanların üzerinden Günler, aylar, yıllar geçti. Gün geldi, filmden dijitale döndük. geride bıraktığımız dönemin adı analog olarak tarihe yazıldı.

Teknoloji ilerledi, dijital fotoğrafçılık ile tanıştık. Bir müddet sonra cep telefonlarına kameraların yerleştiğini gördük ve yeni bir dijital devrime merhaba demek üzere ilk adımlarımızı attık.

Bununla da yetinilmedi üstelik; “Teknoloji, başkasından yardım almadan insanoğlunun kendisini fotoğraflayabilmesi için gerekli düzeye geldi. kullanıcılar kendilerini de görerek çekebilsinler diye telefonlarının ön yüzüne bir mercek daha eklendi. Çözünürlük arttı, duyarlılık yükseldi. Belki de 21. yüzyılda fotoğraf alanında görebileceğimiz ve kamuyu ilgilendiren en büyük devrim buydu.”


Ve insanlar kendilerini çekmeye başladılar.

Selfie,

Yani önce “özçekim” sonra da Türkçemizdeki yeni adıyla “görçek” modası tüm dünyayı kasıp kavurmaya başladı. Selfie çekebilmek için nice yeni üretilmiş ekipmanlar da kullanarak, kendisi ve yakın çevresinin tanık olduğu anlarını maharetle fotoğraflara dönüştürmeye başladı. O güne kadar, çerçevenin içine kendi gölgesini dahi düşürmekten kaçınan insan, fotoğrafların başrol oyuncusu olarak çektiği fotoğraflarda yer almaya başladı.

“Orada olmak” bunu diğer insanlarla paylaşmak artık kişinin kendisinin de fotoğrafın içinde olması koşuluyla geçerliydi. Herkes, kendi estetik bilgisi doğrultusunda ve fiziksel görüntüsünün en ideal açısını bulduğunda cep telefonunun deklanşörüne basıyordu. Bu “Ben de varım ve evrende -sandığınızdan daha fazla- bir yer tutuyorum.” demenin en kısa yoluydu.

Otoportre, neredeyse sanatın tüm alanlarında kendisine yer bulabilmiştir. Otoportrenin temelinde sanatçının kendi kendisini sanatının ana konusu haline dönüştürme arzusu yatmaktadır. Bunun yanında kendini ölümsüzleştirme, bir ifade biçimi veya narsisizm, hangi sebeple üretilirse üretilsin sanatın ana konularından birisini oluşturmaya devam etmektedir. Fotoğraf sanatı ele alındığında ise durum çok da farklı değildir.

Fotoğrafın hızlı gelişimiyle beraber, neredeyse sanat tarihinde mevcut tüm akımlar, diğer sanat dallarına göre kısa olan tarihine rağmen fotoğraf sanatı içerinde kendisine yer bulabilmiştir. Özünde argo bir tanımlama olan selfie’nin , fonetik ve anlam benzerliklerinden dolayı İngilizce “selfish” (bencil, egoist) kavramından türediği sonucuna ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla selfie’nin temel dayanağı bencil ve egoist bir eylem olmasında yatmaktadır. Selfie narsist bir fotoğraf çekme yöntemidir diyebiliriz belkide. İnsan, sosyal bir hayvan türü olması bakımından toplumdan gelecek tepkilere ve toplumun kendisini nasıl algıladığına büyük önem veren bir canlıdır.

Şu anda tek bir tıklamayla yüz binlerce kişinin sizi görüp yorum yapabileceği teknolojilere sahibiz. Bu durum, insanlardaki benlik algısını da değiştiriyor. Kendimizi en güzel, en çekici, en arzulanır şekilde sunma merakındayız.

Artık alışkanlığa hatta bir takıntıya doğru hızla evrilen bu iş, yeni bir alanında öncülüğünü üstlendi selfie bir sanat akımının doğmasına öncülük sağladı.

Dolgun bereket tanrıçalarından kahraman Yunan tanrılarına kadar, çıplak insan
vücudu, kilde şekillendiğinde, kayaya oyulduğu yada çizildiği andan itibaren sanat
içinde var olmuştur.

Günümüz Türkiye’sinde instagram ve benzer platformlarda gördüğümüz ve kabullendiğimiz selfie çekimlerinin yanında yurt dışında sanatsal tablolardan ve plastik sanatlardan esinlenen ve kendi selfilerini buna uydurmaya çalışan bir grubun her geçen gün artış göstererek bunu sanatsal bir akıma doğru taşıdığı görülmekte.

Selfie’ler Sanat Oluşturur mu? Londra Saatchi Çağdaş Sanat Galerisi bu duruma 2013 yılında Evet Demiş ve time.com üzerinden bir habere konu olmuş durumda.

Teknoloji ve sanat yeni bir yöne doğru yelken açmış gibi görünüyor. selfie yeni bir sanat formu mu? bunu ise gelecek gösterecek gibi…