Mitolojide tanrıların dağı olarak geçen, Keşişlerin inziva yeri olan, Bursa efsanelerinin, yüzlerce yıldır Sakladığı sırların, biriktirdiği anılarların kaynağı Uludağ…
Mitolojik tanrıların kutsal dağı, Hıristiyan keşişlerin, Müslüman dervişlerin sığınağı olan Uludağ hakkında bugüne dek söylenen sayısız sözün, anlatılan nice hikâyelerin, yazılan sayfalar dolusu kitapların arasında dolaştık, web siteleri araştırmalarında yüzlerce sayfa okuduk, efsane dağın efsaneleri ve ilkleri ile ilgili notlar alıp sizin için bir seçki yaptık.
Uludağ, Bursa ili sınırları içinde, 2.543 m yüksekliği ile Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezi olan dağ. Uludağ; Marmara Bölgesinin en yüksek dağıdır. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan Uludağ’ın uzunluğu 40 km’yi bulur. Genişliği ise 15–20 km’dir. Toplu ve heybetli bir görünüşe sahip olan bu dağın Bursa’ya bakan yamaçları kademeli, güneye Orhaneli’ne bakan tarafları ise düz ve daha diktir. En yüksek noktası göller bölgesinde yer alan Uludağ tepe’dir (2.543 m).
Uzaktan Bursa’ya yaklaşılırken ve oteller bölgesinde görülen yüksek tepe genelde zirve olarak algılanır. Hâlbuki Zirve gibi görünen o tepenin ismi Keşiş Tepedir ve yüksekliği 2.486 m’dir. Uludağ tepe (2.543 m) Keşiş Tepenin 5 km güneydoğusunda yer alır. Dağın kuzey tarafında Sarıalan, Kirazlı, Kadı, Sobran yaylaları vardır.
Uludağ İsminin Verilmesi
21/09/1925
Bursa’da bir grup öğretmen tarafından daha önce kurulan özel encümen, 1925 yılında Coğrafya Encümeninin de ilk şubesi olarak kabul edilmiştir. İşte bu ilk şubenin düzenlediği Keşiş Dağı’na tırmanış gezisine katılan heyette bulunan Türk Tıp Tarihi Kurumunun kurucularından Dr.Osman Şevki Bey, dağın ululuğu karşısında büyülenerek “Ne ulu dağ” demekten kendini alamamış ve Ankara’ya döndüğünde bir rapor hazırlayarak dağın adının “Uludağ” olarak değiştirilmesini teklif etmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak bu öneriyi uygun görmüş, bundan böyle haritalara dağın “Uludağ” adıyla geçmesini sağlamış ve bu ad günümüze kadar aynı şekilde ulaşmıştır. Soyadı kanununun çıkması sonrasında ise Dr. Osman Şevki Bey, “Bursalı” olan lakabını bırakarak “Uludağ” Soyadı’nı almıştır.
Tarihi
- Olympos, Yunan mitolojisinde tanrıların ve tanrıçaların Ambrosia yiyip nektar içtikleri, şölenler düzenledikleri bir dağ olarak tanımlanır. Antik çağ tarihçilerinden Halikarnassoslu Herodot’a göre “hep parlayan” anlamındaki Olympos Dağı Yunanistan’da “Olympos des dieux” (Tanrıların Olymp’i) adıyla onurlandırılan Teselya değil Bursa’nın veli nimeti Uludağ’dır.
- Yunanlı filozof Xenophon’a göre ormanları vahşi kabilelerin yurdu; aslan, kaplan, vaşak, panter gibi yabani, korkunç hayvanların barınağıdır Uludağ. Zenginliğiyle ünlü Lidya Kralı Kroisos’un (Karun) oğlu Atys’in, bir domuz avı sırasında Frig Kralı Midas’ın yeğeni Adrastos’u bu dağın eteklerinde, mızrağıyla öldürdüğü bilinir.
- Ünlü tarihçi Homeros, İlyada ve Odysseia’da Zeus ve diğer tanrıların Troya savaşını “birçok doruğu olan, bulutların altında, tanrılar ve tanrıçaların havayı soludukları bir dağ” olarak tanımladığı Olympos’un zirvesinden seyrettiklerini anlatır.
- İ.Ö. 4. yüzyıldan sonra şehre bakan kuzeyi Bithynian Olympos, batısı ise Mysios Olympos olarak bilinir. Lykialılar, Phrygialılar ve Maionialılar ile birlikte müttefik kuvvetler olarak Akhalılar’a karşı savaşan Mysialılar Troia’dan mağlup dönseler de en azından dağın paylaşımı konusunda Bithynialılar’a karşı üstünlük sağlarlar ve dağ “Olympos Mysios” olarak anılmaya, öyle bilinmeye başlanır. (Strabon, 12, 8,0; Herodotos, 1.36)
- Coğrafyacı Strabon, “Geographumena” (Coğrafya) adlı eserinde dağın Mysialılar ile özdeşleştiğini ve yoğun bir Mysialı nüfusu barındırdığı için bu dağa Olympos Mysios denildiğini belirtir. Mysia’nın, Lydce kayın ağacı anlamına geldiğini ve Mysialıların oturduğu Olympos çevresinde çok fazla kayın ağacı olduğunu Lydialı Xanthos ile Eleialı Menekrates’ten aktarır. (Strabon, Geographika 12,8,3)
Uludağ’da din hayatı
- Mysialılar ve Bithynialılardan sonra Romalılar da Olympos’u kutsal bilip saygı gösterirler. Olymposlu tanrılar ve tanrıçalar adına tapınaklar, anıtlar dikerler.
- Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğu’nun eşit dinlerden biri olarak kabul edilmesiyle Mitolojinin Olympos’u 5. yüzyıldan sonra tepeleri tıraşlı ve kıldan gömlekli Hıristiyan keşişlerin inzivaya çekildikleri Oros Ton Kalogeron (Keşiş Dağı) olur.
- İ.S. 726’dan sonra resimlerle ibadeti yasaklayan İmparator 3. Leon’un zulmünden kaçan Hıristiyanların mekânıdır. 110 yıldan fazla süren ve çok canlara mal olan bu din savaşında Olympos manastırları imparatora karşı direnişiyle ün kazanır.
Osman Şevki Uludağ “Bursa ve Uludağ Seyyahlara Rehber” kitabında şu satırlara yer verir
Uludağ’ın Bursa’ya bakan şimal yüzü son zamanlarda çok çirkinleşmiştir. Otuz yıl öncesine gelinceye kadar Brusa’ya bakan ve genişliği her gün biraz daha artan keleş tepelerin ve tarlaların yerinde kestane ve gürgen ormanları vardı. Şimdiki Cumhuriyet köşkünün üst taraflarında geniş bir kızılcık ormanı, daha üst taraflarda havlucu esnafının her yıl esnafça toplandıkları geniş kestane ormanları sola doğru ilerleyerek ve Akçağlayanın üstünden dolaşarak Değirmenli kızık ve Hamamlı kızık köyleri arasında bulunan ormanlarla karışırdı. Brusa’ dan dağa bakanlar gördüklerine doyamazlardı.
Dağın şimal yakasını baştanbaşa kaplayan yüksek kestane ve gürgen ormanlarının gölgelediği bu yerler yer yer akan derelerle sulanırdı. Nilüfer nehri ile Deliçay arasındaki sık ormanlar bu iki nehirden başka cilimboz deresi, Büyükbalıklı deresi, Küçük Balıklı deresi, Akçe dere, Çayırlı dere gibi birçok akarsularla sulandığından yeşilliğini daima muhafaza ederdi. Bunlardan başka yine o alanda, bu gün ormanlar kesildiğinden dolayı çoğu kuruyan su kaynakları vardı.
Uludağ’ın manastırları ve çilehaneleri işte bu alanda, Nilüfer ile Deli Çay arasında ki dağ parçasında idi. Sulak, gölgeli, yeşil vadilerin sükûnet ve tenhalığı içinde birçok tapınak sıralanmıştı. Bunların sayısı yüze kadar çıkıyordu.
Uludağ’ da manastır hayatı 8. ve 9. yy’ larda pek ileri dereceye varmıştı. Bundan evvel üçüncü yy sonlarına doğru St. Neofit adında birisinin aynı zamanda boz alanı adını da taşıyan tekfur alanının yüksek bir tepesinde bir mağarada yaşadığı söylenir. kezalik vakanüvisler beşinci yüzyılda da oralarda keşişler ve manastırlar bulunduğunu söylerler. Fakat bütün bu bilgiler çok müphemdir ve açık malumat yoktur. Ancak 8.yy dadır ki dağda din hayatı çok inkişaf bulmuş ve her taraf mabetle dolmuştur.
Uludağ mabetleri birer manastır halinde idi. Bunların etrafında ayrı ayrı birkaç hücre sıralanırdı. Bunlara zaviye derlerdi, her zaviyede en çok on iki kişi bulunurdu. Bu yamaklar ya papazlar tarafından Allah’ın nuruna ve hidayetine kavuşturulmak üzere dışarıdan getiriliyor yahut din hayatına karşı yüreklerinde kapılma duygusu duyarak kendi kendine gelen gönüllülerden ibaretti.
Manastırlardan ve civarlarından uzak yerlerde de ayrı yalnızlık yerleri vardı. Bunlar ya bir yaylanın köşesinde kurulmuşlar idi yahut da bir in, taşlar arasında bulunan bir mağara bazen da bir bina taslağı, bir kulübe halinde bulunurdu. Bunlarda yaşayanlar tam manasıyla münzevi hayatı geçirirlerdi ve bütün insanlardan uzak yaşarlardı.
Bu manastırlardan bu gün hiç birisi ayakta duramamaktadır. Hepsi ortada kalkmış, hatta izleri bile kaybolmuştur. Mabetler hakkında bize en güzel malumat veren ve bizim tetkiklerimizi tamamlayan papaz Bernardin Menthon, ancak Bizans vakainivüslerinin notlarından, azizlerin tercümei halleri hakkında eline geçirdiği monografilerden faydalanmak suretiyle bunların yerlerini kararlaştırabilmiş ve ancak beş altı tanesinin kiremit, tuğla ve mermer kırıklarından ibaret enkazını bulabilmiştir. Bu mabetler orta çağda harap olmuşlardır.
- İkona yanlılarının kutsal dağı, 14. yüzyıldan itibaren başı sarıklı, yeşil cüppeli dervişlerin yurdu, Ruhban-ı Cebel’dir. Orhan Gazi Bursa’yı uzun bir kuşatmadan sonra teslim almış ve dağdaki keşişlerin yaşadığı manastırların bir kısmı terk edilirken, bazılarının yerlerine Doğlu Baba, Geyikli Baba, Abdal Murat gibi müslüman dervişlerin inziva yerleri olmuştur.
- Kril Alfabesi’nin temeli olan Glagolitik Alfabe’nin Constantin Cyril ve Methodius kardeşler tarafından Fidyekızık Köyü üstlerindeki Polihron Manastırı’nda yazıldığına dair ciddi bulgular var.
- Yüzlerce yıl önce Bursa’ya gelen ya da Bursa’dan geçen yerli ve yabancı seyyahlar Keşiş Dağı’nı bir cennet bahçesine benzetirlermiş.
- Bursa’nın fethinden 314 yıl sonra, 1640 yılında Okçuzade Ahmed Çelebi ile Bursa’ya gelen Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Keşiş Dağı’na yaptığı iki günlük geziyi anlatır ve “Ab-ı Hayat”a benzettiği pınarlardan, alabalıklarla dolu derelerden, derin vadilerden, yemyeşil ormanlardan söz eder.
- Evliya Çelebi, Türklerin Uludağ’a “Keşiş Dağı” yakıştırmasını ünlü seyahatnamesinde şöyle açıklıyor: “Bu dağa Keşiş Dağı denilmesinin sebebi, Ayasofya’daki patrik ve rahiplerin, perhiz ile uçarak gelip bu dağda dinlenmeleridir.” Evliya Çelebi bu kaydı düştüğüne göre, 17. yüzyılda bile, Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman halkı arasında keşişlerin kerametine ve özellikle de bu dağda cidden “hikmet” gösterdiklerine hala inanılıyordu.
- Osmanlının başkentine gelen yerli ve yabancı seyyahlar bir günlüğüne de olsa cennet bahçesine benzettikleri Keşiş Dağı’na çıkarlar. Ünlü gezgin Charles Texier, Bursa gezisi sırasında yamaçlardan yukarılara doğru çıkar ve insanda şaşkınlık uyandıracak ölçüde güzel manzaralar görür, kestane ve çam ormanlarında dolaşır.
- 1835’te Keşiş Dağı zirvesinde çubuk içen İngiliz Yazar Julia Pardoe, 18. yüzyılın İstanbul ve Bursa’sını anlattığı “Sultanın Şehri ve Türklerin Aile Hayatındaki Gelenekleri” adlı kitabında “Doğuya yolculuk eden, Avrupa’da generallerle yemekte bulunan, Asya’da beylerle pilav yiyen, sarayları gören, boğazda bir kayıkla süzülüp geçen bir insan, Anadolu’nun her yöresini gördükten sonra, Keşiş Dağı’nın doruğunda bir çubuk içmeden dönerse, yerlilerce, hiçbir şey görmemiş demektir” cümlesiyle Bursalıların dağa olan sevgisini anlatır.
- Marie de Launay, Keşiş Dağı’nın hikâyesini şu satırlarla anlatır; “Bithynia Hükümeti’nin Sultanı olan Prusias’ın devrinde, Yunan ve Roma tarihçileri Olimpos veya Mysie Olimpos’u olarak anmışlardır. Ancak Bithynia Olimpos’u demek daha uygun olur. Keşiş Dağı adı ise bu dağı diğer Olimpos dağlarından net bir şekilde ayırmaktadır. Bu dağın, önceleri tanrıların barındığı yer olduğu ve Zeus’un karakaşlı yağmur tanrısının, bulutları toplayarak yıldırım yaptığına inanılırdı. Bu tanrıların burada bir tapınak yaptırdığı da söylenir.” (Brusa ve Civarı, İstanbul, 1298/1880-81)
- Bursa’nın fethinden sonra padişahın görevlendirdiği Bursalı Buzcu Beyleri yüzlerce yıl boyunca Osmanlı sarayına Uludağ Ulubuzluk’tan kestikleri kar ve buzu taşırlar.
- Sarayın aşşabları (Bitki alimleri) üçüncü cemrenin düşmesiyle birlikte şifalı bitki toplamak için Keşiş Dağı yollarına düşerler.
- Kereste ticareti bölge ekonomisinin temelidir. Keşiş Dağı’ndan indirilen ağaçlarla Osmanlı tersanelerinde Marmara kancabaşları, kalyonlar inşa edilir. Fırınların, dokumacıların, hanelerin ihtiyacı olan odunlar Sultan Orhan’ın eşi Nilüfer Hatun’un adını taşıyan nehir yoluyla indirilir Bursa’ya.
- Uludağ bitki çeşitliliği nedeniyle yerli ve yabancı birçok botanik araştırmacısının dikkatini çeker. 1870 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de Macarlı Dr. Abdullah Bey (Dr. Karl Eduard Hammerschmidt) tarafından kurulan Doğa Tarihi Müzesi’nde Bursa yakınlarından ve Uludağ’dan toplanan yaklaşık 300 türe ait 1000 bitki örneği koleksiyonu yer alıyordu. Dr. Abdullah Bey, Doğa Tarihi Müzesi’nde Uludağ alpin bölge bitkileri ve Bursa civarından toplanmış bitkileri yeni bir metoda göre düzenleyerek 20 camlı tabloda sergilemiş ve bu metot, 1867 Paris Uluslararası Sergisi’nde bronz madalya ile ödüllendirilmişti. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda Uludağ florasını 171’i endemik olmak üzere 1320 bitki türünün oluşturduğu belirlendi.
- Bizans ve Osmanlı’nın “Olympos Mysios” veya “Keşiş dağı” fetihten 599 yıl sonra, 24 Eylül 1925 tarihinde Bursa ve İstanbul Vilayetleri Coğrafya Komisyonları’nın birlikte gerçekleştirdikleri 10 günlük gezi sonrası Dr. Osman Şevki Bey’in önerisiyle “Uludağ” adını aldı.
Turizm
1933’te Uludağ’a bir otel, bir de muntazam şose yol yapılmış, böylece bu tarihten itibaren Uludağ kış kayak sporları için bir merkez haline gelmiştir. Düzenli otobüs seferlerinin başlaması da buraya ilgiyi daha da artırmıştır. Sonradan asfaltla kaplanan bu yol Uludağ’ın Kadıyayla hariç bütün yerleşim birimlerini doğrudan Bursa’ya bağlar. Uludağ modern dağ tesisleri, 1963’te hizmete açılan Türkiye’nin ilk teleferiği Bursa Teleferik, dördüncü büyük kent olan Bursa’nın hemen yanında olması ile dağ ve kış turizminin merkezi olmuştur. Uludağ Türkiye’nin en büyük kayak merkezidir. Yol durumunun uygunluğu,uzun kış mevsiminde (Ekim-Nisan arası) kar bulunması, eşsiz manzaraları buraya turist çekmektedir. Dağın doruk noktasından açık havada İstanbul, Marmara denizi ve civar yakın yerlerin görünmesi buraya ayrı bir özellik vermektedir. Doğu, kuzey eteklerinin Bursa Ovasına yakın yerlerinde sıcak su kaynaklarının bulunmasından burada kaplıcalar meydana gelmiştir. Bursa’nın Çekirge semtindeki bu kaplıcalar pek çok hastalığa şifa olmaktadır. Ayrıca teleferiğin son istasyonu olan Sarıalan’da ve Sarıalan’dan telesiyejle ulaşılan Çobankaya’da Kızılay Derneği’nin her yaz düzenlediği yaz kampları bulunmaktadır. Kirazlıyayla‘da kurulu bulunan eski senatoryum binası şu anda otel olarak kullanılmaktadır. Uludağ’da 15 adet özel ve kamuya ait 12 resmi konaklama tesisi vardır. Bunlara ait pek çok telesiyej ve teleski hattı mevcuttur.
İklim ve bitki örtüsü (flora)
Uludağ’ın yüksek yerlerinde eski buzullara ait izlere raslanmaktadır. Karatepe’nin kuzeyindeki Aynalıgöl, Karagöl ve Kilimligöl buzul gölleri bu izlerin en önemlileridir. Bu göllerin beyaz kar yığınları buraların güzelliğine güzellik katmaktadır. Uludağ’ın Zirvesi olan Uludağ Tepe (2543 m) altındaki kuzey çanağında kalıcı kar tabakaları bulunur. Türkiye’nin en alçakta kalıcı kar bulunan dağıdır.
Etrafındaki çöküntü sahalarının cevresinde yükselen Uludağ’da tabakalar arasında yer yer maden ve maden damar yataklarına rastlanmaktadır. Türkiye’nin önemli volfram yatakları buradadır. İklimi, yüksek dağ özelliğindedir. Yükseklere çıkıldıkça kar yağışı ve miktarı fazlalaşır. Yüksekliğe bağlı olarak da ısı azalır. 1700 m’nin üzerinde kışın Şubat sonunda 150 cm-400 cm arasında kar kalınlığı oluşmaktadır. Uludağ’dan kaynaklanan derin vadiler içindeki pek çok dere, Nilüfer Çayı ile Göksu’ya ulaşırlar.
Uludağ, bitkisel zenginlik bakımından ender yerlerden biridir. Mart ayında alt kademelerde başlayan uyanma, yaz boyunca zirvede devam etmektedir. Özellikle orman kuşağının üzerinde yer alan ve pek çok kişi tarafından kıraç olarak bilinen dağda, çok zengin ve bu bölgeye özgü nadir bitki türleri yayılış göstermektedir.
- 350 m’den itibaren: defne, zeytin, katran ardıcı, fındık, laden, funda, kızılçam, maki ve çalılık alanlar,
- 350–700 m arası: kestane, akçakesme, erguvan, koca yemiş, dağ çileği, zeytin, katırtırnağı, Girit ladeni, mazı meşesi, gürgen, kızılcık, alıç, geyikdikeni, sırımbağı, yabani defne, karaağaç, kayın, titrek kavak, karaçam,
- 700–1000 m arası: kestane, kayın, sapsız meşe, titrek kavak, karaçam, ya kızılcık, alıç, geyikdikeni, muşmula,
- 1000-1050 metreden itibaren: kayın ormanları 1500 metreye kadar ulaşır.
- 1500–2100 m arası: Uludağ göknarı, bodur ardıç, yaban mersini, ayı üzümü, yabani gül, geyik dikeni, çoban üzümü, söğüt, karaçam, kayın, gürgen, titrek kavak, sırımbağı, yoğurtotu, kekik, bitotu, misk soğanı, hindiba, bahar yıldızı, çok çiçekli gelincik, yabani elma.
Karaçam ormanları arasında sarıçam, 2100 m’den sonra bodur ardıçlar, 2300 m kadar otsu türler ile temsil edilen Alpin bitkiler hakimdir. Dağın etek bölümlerinde meşe, kestane, çınar, ceviz ağaçlarına, 300–400 m kadar olan kısımda Akdeniz bitkilerine daha yukarlarda nemli orman bitkilerine rastlanır.
Dağın iklimi alt kademelerden zirveye doğru kademeli değişimler göstermektedir. Alt kademelerdeki Akdeniz iklimi ile Karadeniz İkliminin geçiş tipi gözlenir. Yazın akdenizdeki kadar kurak bir iklime sahip değildir. Zirveye doğru nemli mikro termik iklim tipine dönüşürken, kışları yüksek rakımlarda oldukça sert hava şartları görülür. Doğu Akdeniz iklim grubunun birinci familyasında yer almaktadır. Yıllık ortalama Sıcaklık Zirveye doğru azalmakta yağış ise artmaktadır.
Bursa’da (100 m) yıllık 14,6 °C olan ortalama sıcaklık ve 696,3 mm olan yıllık toplam yağış, Uludağ’ın kuzey yamacında bulunan Sarıalan meteoroloji istasyonunda (1620 m) 5,5 °C ve 1252,1 mm, Uludağ Zirve (oteller) meteoroloji istasyonunda (1877 m) 4,6 °C ve 1483,6 mm’ye ulaşır. Özellikle Kuzeye bakan tarafında Karadeniz iklimine benzer iklim gözlemlenir. Sarıalan, Bakacak, Çobankaya mevkilerinde yazın Orografik yağış (yamaç yağışı) gözlemlenmektedir. Sarıalan’da yıllık yağışın % 14,3’ü yazın düşerken bu oran Uludağ otellerde % 10,9’a, Bursa’da %10,4’e düşer. Kar yağışlı gün sayısı da zirveye doğru artar.
Bursa’da kar yağışlı gün sayısı 7,5 gün ve karla kaplı gün sayısı 9,4 gün iken
Sarıalanda (1620 m) kar yağışlı gün sayısı 48,9 gün ve karla kaplı gün sayısı 109,9 güne çıkar,
Uludağ otellerde (1877 m) kar yağışlı gün sayısı 67,5 gün karla kaplı gün sayısı 179,3 güne ulaşır. Uludağ’da gözlemlenmiş en yüksek kar kalınlığı 430 cm’dir.
En yüksek kar kalınlıklarına genelde mart ayında ulaşılır. Oteller bölgesinde Eylül ayı ile Haziran ayı arasında kar yağışı gözlemlenebilir. Ama ağırlıkla kar yağışları Ekim ayında başlar ve Mayıs ayına kadar aralıklarla sürer. Kayak yapmaya elverişli kalınlığa genelde 25 Kasım- 15 Aralık arasındaki tarihlerde ulaşılır ve yağış durumuna göre 15 Nisan 1 Mayıs tarihlerine kadar sürer. Kayak sporu için ortalama istatistiki veri olarak bakıldığında Ortalama donlu gün sayısı 144,7 gün, gündüz en yüksek sıcaklığın 0’ın altında olduğu gün sayısı ise 54,9 gündür. Kayak için en uygun sıcaklıklar Aralık ile Mart sonu arasında gözlemlenir.
Göller bölgesi
Uludağ, Küçükasya’ da buzul oluşumlarının ilk olarak bulunduğu bir yüksekliktir. Gerçekten ülkemizdeki buzul devri izleri ilk olarak Uludağ’da ve 1904 yılında bulunmuştur. Uludağ üzerinde rastlanan pleistosen’e ait glasyal izler, zirveler sathı ile yüksek yaylalar düzlüğü arasında kuzeybatıdan güneydoğuya doğru uzanan 200 – 300 m. nisbi yükseklikteki sarp duvarda oyulmuş *sirkelerden ibarettir. Sirkler Uludağ’ın zirve nahiyesinin kuzey kısmında morfolojinin en göze çarpan unsurunu kuzeybatıdan güneydoğuya doğru sıralanmıştır. Bunları mevkilerine göre üç takımda inceliyoruz : a) Batı grubu, b) Ortadaki grup, c) Doğu grubu.
a) Batıdaki sirk grubu
Bu gruba dahil olan iki sirk gölü vardır. Koğukdere Gölü ve Çaylıdere Gölü yer alır. Bu iki göle aynı zamanda “İkiz Sirk Gölü” de denmektedir. Bu sirkler 2500 metrelik Sığınaktepe’nin hemen kuzeyinde bulunurlar. Her iki sirkin ebatları hemen hemen aynı olup, yaklaşık 300 – 400 m. kadardır ve taban yükseltileri de 2200 metredir.
b) Ortadaki sirkler grubu
Bu gruba Heybeli Göl ve Buzlu Göl dahildir. Uludağ’ın zirve nahiyesinin sarp kuzey duvarının orta kesiminde yer almıştır. Bu gruba dahil olan sirkler arasında az yüksek ve basık sırtlar tamamıyla mermerlerden oluşurken bir yandan küçük karstik çukurlar bir yandan da hörgüçkayaya benzer şekiller dikkati çekmektedir.
c) Doğudaki sirk grubu
Uludağ’ın en muhteşem ve en güzel sirklerini teşkil eden bu grubu üç sirk meydana getirir. Kütlenin en yüksek noktası Karatepe’nin (2550 m.) kuzey yamaçlarında kemirilmiş olan bu sirkler batıdan doğuya doğru Aynalı, Karagöl ve Kilimli adını alan birer göl tarafından teşekkül eder.
Bunlardan en batıda bulunan Aynalıgöl sirki kuzeydoğuya bakan büyük bir at nalı şeklindedir. Sirkin çapı 500 metre kadardır; yani orta ve batı gruplarına dahil sirklerin hepsinden daha büyüktür. Sirkin üç yanı çok yüksek duvarlar halinde yükselir. Bu duvarların güney yarısı mermerlerden, kuzey yarısı ise granit, gnays ve hornblendli şistlerden meydana gelir. Böylece Aynalı Sirki de, bütün Uludağ sirkleri gibi granit – mermer kontağında yer almış bulunmaktadır. Doğu grubundaki sirklerin ikincisini Karagöl Sirki teşkil eder. Hemen hemen daire şeklindedir. Karagöl Sirki’nin hemen güneyinde Uludağ’ın en yüksek noktası olan Uludağ Tepe (2543 m) yükselmektedir. Böylece gölü çeviren sarp sirk duvarlarının yüksekliği 300 metreye yaklaşmaktadır. Karagöl Sirki komşu sirkler gibi kuzey doğuya bakmakta olup önünde yaklaşık 10 metre yüksekliğinde bir moren seddi mevcuttur. Doğu grubundaki sirklerin üçüncüsünü ve aynı zamanda Uludağ sirklerinin sonuncusunu, Karagöl’ün doğu komşusu olan Kilimli Göl Sirki teşkil etmektedir. Ortasından granit- mermer kontak hattının geçtiği bu sirkin tabanı, nispeten daha küçük ve daha az derin olan Kilimligöl tarafından işgal olmuştur. Bu gölün seviyesi 2330 metredir. Gölün fazla suları, sirki kapatan 20 metre yüksekliğinde bir moren seddinin altından sızmakta ve biraz aşağıda tekrar meydana çıkmaktadır. Bu üç gölün ayakları ilerde birleşerek Bursa Ovası’nın doğu ucuna inen Aksuyu oluşturmaktadır.
Göller bölgesinin faunası
Göllerde yapılan zooplankton örneklemeleri sonucunda, Rotiferlerden (Tekerlek hayvanlar) 11 familya içerdiğine 7 takson, Kopepodlardan (Kürek ayaklılar) 3 familya içeriğinde 5 takson olmak üzere 36 takson saptanmıştır. Rotiferlerin istasyonunlara göre dağılımlarına bakıldığında, 13 takson ile Kilimligöl’ün en zengin istasyon olduğu görülmektedir. Bunu 9 ve 8 takson ile Aynalıgöl, Karagöl ve Buzlu Göl izlemektedir. Rotiferler açısından en fakir istasyon ise 4 takson ile Heybeligöl olmuştur. İstasyonların tümünde değişen sayılarda Oligoket (halkalı solucanlar) türleri tespit edilmiştir. Naididae (çamur solucan) familyası tür çeşitliliği bakımından dominant olmasına rağmen, Kilimligöl, Karagöl ve Aynagöl’de herhangi bir Naidid türüne rastlanmamıştır. Sonuç olarak, Uludağ’da bulunan buzul göllerin zooplanktonunda 36, zoobentosunda 38 ve omurgalı faunasında ise 8 takson olmak üzere toplam 82 takson tespit edilmiştir.
Hayvan topluluğu (fauna)
Uludağ Millî Parkı içinde ayı, kurt, tilki, sincap, tavşan, gelincik, yılan, yaban domuzu, kertenkele, akbaba, dağ kartalı, ağaçkakan, baykuş, kumru, dağ bülbülü, serçe gibi değişik hayvanlar yaşamlarını sürdürmektedir. Kırmızı orman karıncası da Uludağ ormanlarına büyük fayda sağlamaktadır. Ayrıca Yeşil Tarla’da bir geyik üretme çiftliği bulunmaktadır. Sakallı Akbaba (Grpaetus barbatus) ise Uludağ’da yaşayan endemik türdür. 46 tür kelebek yaşamakta olup Apollo kelebeğinin Uludağ’a özgü endemik türü bulunmaktadır. Türkiye’deki en büyük kelebek olma özelliğine sahip olan bu kelebek, zaman zaman 6.000 m yükseklikte bile yaşama imkânı bulur. Vücutları kürke benzeyen siyah tüylerle kaplıdır. Gövdenin koyu rengi güneşten ısı emmesine yardımcı olur. Bu kanatlar kelebeğin olağanüstü yükselmesini sağlar.
Uludağ Millî Parkı
Uludağ’ın büyük bir bölümü 1961 yılında Millî Park olarak ilan edildi. 1961 yılında koruma altına alınan alanı 12.762 hektar’dır. Daha sonra millî park alanı 27.300 hektara çıkarılmıştır. Millî parkta ulaşım karayolu, teleferik ve telesiyej ile yapılabilmektedir. Dağın Kuzey ve Güney yamaçlarında çok sayıda patika ile vadiler ve tepeler arasında ulaşım mümkündür.
Millî parkın yol ve teleferik ile ulaşılabilen alanları toplam alanının çok küçük bir parçasıdır. Ayrıca ikinci oteller bölgesinden Wolfram Madenine uzanan yamaçlardan sonraki bölüm “Dokunulamaz Tabiat Alanı olarak” kabul edilmektedir.
1963 yılından 1972 yılına kadar Uludağ Millî Parkı Orman Bölge Şefliği olarak 1500 metre yükseklikteki Kirazlıyayla’dan idare edildi. Yüksek Orman Mühendisi Orhan Camcı millî parkın kurucu bölge şefi olarak 1972 yılına kadar alt yapının geliştirilmesi çalışmalarını yönetmiştir. Bu dönemde tamamlanan projeler arasında Kirazlıyayla yönetim merkezinin geliştirilmesi, Sarıalan yolunun açılması, Birinci Oteller Bölgesinin geliştirilmesi, Karabelen Millî Park giriş alanının düzenlenmesi, onlarca çesme’nin inşası, Sarıalan kamp alanının inşası ve Çobankaya kamp alanlarının düzenlenmesidir. Orhan Camcı’nın millî park içinde yaptığı en önemli katkılardan birisi de o dönemde park idare merkezi ve tabiat tarihi müzesi olarak 1900 metre oteller bölgesinde yapılan yönetim merkezi olmuştur. O dönem de Etibank’ın işlettiği Wolfram madenine elektrik getirilmesi, maden yolunun park standardlarına uygun olarak açılması, kayak alanlarının düzenlenip geliştirilmesi ve Yeşiltarla’daki geyik üretme alanının geliştirilmesi ve kamp alanlarında yol işaretleri ve tabelaların belli bir millî park standardına göre üretilmesi de dikkate değer çalışmalardandır. 1972 yılında bölge şefliği Millî Park Orman İşletme Müdürlüğü haline getirilmiştir.
Bakanlar Kurulu 13 Şubat 2006 tarihinde almış olduğu bir kararla; toplam 1.600 hektar sahayı Millî Park alanı dışına çıkarmıştır. Bu karar ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Uludağ Millî Parkının büyük bir doğa harikası olan kısmını savunmasız bırakmıştır.
Kaynakça
- Çepel, Necmettin. “Uludağ kütlesinin ekolojik özellikleri.” Journal of the Faculty of Forestry Istanbul University (JFFIU) 28.2 (1978): 15-25.
- ERİNÇ, Dr. Sırrı. “Uludağ üzerinde glasyal şekiller”. Uludağ Üzerinde Glasal Morfoloji Araştırmaları. Erişim tarihi: 19 12 2015.
- Ustaoğlu, M. Ruşen, et al. “Uludağ (Bursa)’daki buzul gölleri ve akarsularında faunal bir çalışma.” EÜ Su Ürünleri Dergisi 24.4 (2008): 295-299.
- Serdar Kuşku / Uludağ’dan efsanevi notlar